Barış Adlı Çocuk by Sevgi Soysal


Barış Adlı Çocuk
Title : Barış Adlı Çocuk
Author :
Rating :
ISBN : -
ISBN-10 : 9789750501975
Language : Turkish
Format Type : Paperback
Number of Pages : 149
Publication : First published December 1, 1976

Yabancılaştırmayı, yabancılaştırılmayı, insancadan kopmanın etkin ve edilgin biçimlerini, insancaya dönme özleminin ve savaşımının çıkar ve çıkmaz yollarını; hem tek tek öykülerin içerisinde, hem de bunların bütünselliğinde kavranan bir diyalektikle sergiler Soysal bu öykülerde…
Serinkanlı bir gözlemcinin nesnel, aktarıcı anlatımı, duygulu, sıcak ve coşkulu bir anlatımla iç içedir. Seçilen anlatım biçimlerinin birinden öbürüne geçişi ve öykülerin dokusuna organik olarak katılmasını sağlayan öğe ise, keskin bir ironi…

Özümlenmiş bir dünya görüşünden, bu görüşün kazandırdığı sağlam bir yöntemden ve öncelikle de gerçek bir edebiyatçının kaleminden çıkmıştır bu öyküler. Kalıcı olmalarına karşın güncel, hatta güncelliğin büyüsüne kapılmaksızın, güncelliklerinden aldıkları güçten ötürü kalıcı olduklarını söyleyebilirim.

Sevgi Soysal’ı yarınlar için kalıcı kılan iki başyapıt tanıyorum: Biri Tante Rosa , öbürü Barış Adlı Çocuk.
Füsun Akatlı


Barış Adlı Çocuk Reviews


  • Sine

    neden bilmiyorum, öykücülüğünü beğendiğim yazarların romanlarından, romanlarını beğendiğim yazarların da öykülerinden çekiniyorum. sevgi soysal zaten özel bir hayranlık beslediğim bir yazar. hele de onun barış adlı çocuk dışında tüm kurgu eserlerini okumuş olunca, hem öykü formatından biraz çekindiğim, hem de bir diğer garip huyum olan sevdiğim yazarların tüm kitaplarını hemen bitirmeme saplantım devreye girdiği için bu kitabı hayli bekletmiştim. ama bu sene
    bizim büyük challenge'ımız için yazdığımız "bir kadın yazarın 1950-1980 yılları arasında yazdığı bir kitap" maddesine uygun kitap ararken bu kitaba denk gelince artık zamanı geldi dedim. iyi ki de demişim. kusursuz bir öykü kitabı bana göre.

    aslında kusursuz olmadığını ispatlamak adına birçok kusurunu sayabilirim. ancak o kusur diyeceğim şeyler de kitabı bozmaya yetmemiş. iyi öyküler ve çok iyi öykülerden* oluşuyor kitap. benim bir öyküde ilk baktığım şey, roman kadar ferah olmayan alanında istediği atmosferi yaratabilmesi ve bunu okura yaşatabilmesi. sevgi soysal bunu çok iyi başarmış. her öyküsünde -bağlantılı olanlar hariç- diğer öyküleri unuttum. bu büyük bir başarı bence. ayrıca bağlantılı öyküler olan öykü kitaplarını da çok sevdiğimi belirtmem gerek.

    velhasıl ne varsa sevgi soysal'da var. kısacık ömrüne her gün hayıflandığım, iyi ki bu ülkeden geçmiş dediğim muhteşem bir yazar; muhteşem bir insan.

    *yapı, ay'ı boyamak, eskici.

  • Perihan

    "... Özgür olmanın önce bir eve sığmayı becerebilmekle başlayacağını düşündükçe, bu tencere tava kalabalığı deli ediyordu onu!
    İnsan bir ömür boyu kaç tava kullanır? Kaç tencere gereklidir bir yaşam için? Bu kapkacağın yarısından fazlası gereksizdi aslında. " (Sayfa70)

    Sevgi Soysal o kadar gerçekçi bir kaleme sahip ki, 'işte tam da söylemek istediğim buydu' dedirtiyor insana. Her karakteri canlı, her tasviri çok sağlam. Duygular samimi, vuruşlar kuvvetli.
    Kitapta kısa hikayeler vardı. Benim en en sevdiğim , yukarıda alıntı söz yaptığım, Eskici hikayesiydi.
    O hikayeyi okuyunca , bütün SAĞLAM olan, yaşam alanımızı daraltan, süpürgenin görev yerlerini çıkmaza sokan tüm eşyaları toplayıp, bir ESKİCİ ye verebilmek isteyeceksiniz tıpkı o hikayede olduğu gibi...

  • Koray

    MAL AYRILIŞI ve ŞAMPANYA KOVASI adlı öyküsünde evliliği şu sözlerle tarif etmiş: "...Sineklerin işediği perdelere, analarıyla yuvalarına dükkân dükkân perdelik kumaş arayan kızlara, mutfak eşyalarına, ucuz yüzgörümlüğü düşürmeye çalışan kaynanalara, evli misiniz diye soran ev sahiplerine, kontratlara, ütülü çamaşır sepetlerine, “şampanya adını duymuş bütün kızlara” nanik yaptı..."
    DELİ TANK ve ÇOCUK öyküsü Bir savaşın korkunçluğunu en iyi betimleyen öykülerin başında gelebilir zannımca.
    YAPI adlı öyküsü Stefan Zweig'ın SATRANÇ adlı uzun öyküsünü hatırlattı bana. Meşgale bulan bir insanın ölümsüzlüğü anlatılıyor burada. "...Bitiş yakınsa, belliyse, sonu ne olduğu unutulmamışsa, kaçırılmışsa gözden, o son ulaşılabilir-varılabilir gibiyse, sona varma, yetişme tutkusu, bitirme kaygısı sarar kişiyi; ama son uzaksa, inanılmayacak, varılmayacak gibisine uzaktaysa, o zaman bu bitmeyecekmiş gibi görü­nen ilerleme, bu sonsuz çaba büyüler insanı; küçük adımların hastası olunur artık. Artık bu ufak ilerlemeler; o çok uzaktaki bitiş noktasından çok daha önemli, özlenesi olur..."
    ESKİCİ öyküsündeki minimalizm beni bayağı özendirdi. "...Ancak tozlanmasına sürekli olarak engel olabileceğimiz kadar şeyimiz olmalı, ancak eskimeleriyle baş edebileceğimiz, sürekli olarak yenileyebilece­ğimiz, onarabileceğimiz kadar eşyamız olmalı..."
    BİR GÖRÜŞ GÜNÜ öyküsündeki betimlemeye bir bakın! "...Ancak fiyatı fazlasıyla ödenmiş bayağılıklarda rastlanabilecek ağlatıcı, tuhaf bir güzellik..." Aynı öyküden bir başka güzel betimleme: "...Açık sarıya boyanmış saçlan ve yaşından beklenmeyecek incelikteki vücuduyla, adi tavukların içine düşmüş cins bir kanarya kuşu gibi ürkek duruyor..." / "...Nerde ileri nerde geri basılacağını bilmeyen, değil gazinocu, şoför kâhyası bile olamaz..." / "...Koğuşta çıt yok. Sessizlik saati. Bir-iki kız ranzalarında uyuyorlar. Çoğunluk okuyor. Her kitabın peşinde en az beş kişi var. Bir an önce bitirmek zorunda herkes kitabını..."
    BARIŞ ADLI ÇOCUK öyküsü, ne olursa olsun insani hususiyetlerin engellenemeyeceği, hele bu hususiyetler çocuk merkezliyse dünyanın tüm katı kurallarını yıkıp geçeceğine güzel bir örnek.
    BİR AĞAÇ GİBİ "...Durmak. Hastalığımın, bütün tükenmelerin nedeni. Hak edilmeden uzayan insan hayatına, süren, sürmesi gereken büyük HAYAT’ın attığı ufak bir çelme. O büyük oluşum, yerlerini terk etmek istemeyen uyuz, uyuşuk canlıların hayatına çizgi çekmek zorunda..." / "...Döndüğün ölümdür. Çocuklarınla ve daha nice şeyle sürdürmek zorunda olduğun hayatı en zengin yerinden yakala. Sana verilmiş armağanların en güzeli olan hayatın yeterince karşılığını ödedin mi? Anlamsız bir et parçasının ardından ağıt yakmayı bırak. Cansız ve ölümcül hücreler karşılığında kazandığın canlılığı çoğaltmanın yoluna bak..." / "...Kesilmiş yanım nice yozluklar üretebilir. Asıl kesip atılması gereken bunlar. Bu yeni kanser hücreleri. Bütün kafa karıştırıcı düşünceler ve duygular, kanser hücreleri onlardan oluşacak. Yoran, tüketen nice şey işe yaradı sonunda, sadece zamanı yemekle yetinmeyip bir tümöre biçimlendiler, bir işe yaradılar, bunu kutlamak gerek.... Şimdi sadece yarından konuşmalı. Kuru dallarından, kurumaya yüz tutmuş, öz suyunu tüketmiş uzantılarından budanmış bir ağaç gibi yenilenmeye bakmalı. Kozası içinde bekleyen tırtıl, bir ipekböceğine dönüşüyorsa bu durmak değildir. Ağacın en yoz yeri budanınca filizlenecektir. Uyandım. Kocam geldi. Tepemdeki floresan güneş ışınlan saçı­ yor. İskelet insan sıcaklığında. 1976..."
    ZULMET SEVİNCİ adlı öyküde hapislik ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi: "...Öğlen karavanasında hiçbir şey yemedim. Tedirginim. Bugün mahkeme günü. Karar verilir ya da verilmez, tutukluluğum kaldırılır ya da kaldırılmaz, beni tedirgin eden bunlar değil. Uzunca bir süredir, burada, bu ahırdan bozma ko­ğuştayım. Kırk kadar kız, kadın, birlikte. Koşullar kötü, baskı gün gün artıyor, ama mutsuz değilim. Hatta, daha tuhafı, sanki şu sırada dışarda olabileceğimden daha mutluyum. Dışarda hayat, bir yığın sorunla abanırken üstüme, daha da abanacakken tam, tutuklandım. Şimdi yeniden bir yatılı okul yaşamı tadıyormuşum gibi. Yeni bir bahar içinde. Burada nice baskı, zorluk olursa olsun, yine de hayatın, gündelik hayatın o insanı kıl testeresiyle ince ince eskiten zorluğu yok burada. Hapislik biraz da sorumsuzluk..." / NEDİR HÜRRİYET? "...Nedir hürriyet? Hele bu kalabalık için. Güzelim bir bahar sabahında kaldırımlarda sere serpe gezinebilmek, ufak bir coğrafyada değişiklik yaratabilecek bir-iki şey satın alabilmekten öte, nedir?..." / "...Ama bulaşmaya inanırım ben. Bulaşmanın beraberliğine. Sevmek bulaşmaktır. Ne kadar birbirimizi sevsek de, başka şeylere bulaşır olduk. Bambaşka şeyler..." / "...Karşı­da duran hamalın kötü kötü bakan gözleri, düşünmenin ona hiç öğretilmemiş olduğunun kanıtı. Bir ihtimali kötü kötü bakarak anlatmak..." / "...Bir an önce olsun, bir an önce bitsin mahkeme. Bir an önce
    koğuşuma, kızların yanma döneyim. Günümüzü, kalın demir kapıyı, dikenli telleri, tomsonlu erleri, polis Zafer’in haykırışım, ranzalarımızı, elden ele eskittiğimiz kitaplarımızı, karavanamızı paylaşmak için. Zulmeti paylaşmak, bulaşa bulaşa direnmek için..."

  • Yazkizim

    Epey zaman önce Sevgi Soysal’ın romanlarını okumuş ama öyküleriyle hiç tanışma fırsatım olmamıştı. Kısacık bir öykü içerisinde kanlı canlı karakterler yaratması, duyguları pırıl pırıl ortaya koyması, sıkıntıyı da ferahlığı da bu kadar yansıtabilmesi açısından gerçekten müthiş bir öykü kitabı. Büyük oranda şahsi deneyimlere veya gözlemlere dayandığı belli olan bir kitaba dair ne söylenebilir bilmiyorum; en sevdiğim öykülerin hangisi olduğunu hafızama not etmekle yetineceğim. Yapı ve Ay’ı Boyamak muazzamdı; Soysal’ın kendi hastalık tecrübesine dayandığı söylenen Bir Ağaç Gibi ise benim için unutulmazlar arasına girdi.

  • Ekim

    Barış Adlı Çocuk, Eskici, Ay' ı Boyamak. Üç öykü okudum, üç ömür yaşadım.

  • dungbeetle

    nasıl güzeldi be!

  • Derya

    Tüm hikayelerinde yalın bir gerçeklikten söz eder Soysal.Aslında hepimizde var olan var olduğunu bile sezemediğimiz gerçeklikten.Eskici hikayesinde kendimize dair riyakarlığımızı okur,Ay’ı Boyamak da ise umudun o tükenmez varlığını.

    “İşi alacağına pek güveni yoktu;neden olsun? Soyut bir şey değildir güven.Bir şeyin yerine konan bir şeyin bir şeye dönüşmesidir;örneğin bir gümüş şamdan güven dönüşür,bir ev,bir kat yeni elbise ya da fiyakalı bir iş,dolgun bir aylık,bütün bunlar güvene dönüşebilir şeylerdir.”

    “...gitti ya gelmezse...Ya yol üstünde benim gibi ayak bileğindeki zincirden,hasis çabalardan,kıskanç baş eğmelerden,sapmış faydadan,gösterişçiliğe dönüşmüş güzellikten kurtulmak isteyen başka biri çağırırsa onu.”

  • Ceyda Akınç

    Sevgi Sosyal’ın diğer kitaplarını daha çok beğendiğimi itiraf etmeliyim, ama burada da beni etkileyen öyküler vardı - Eskici, Ayı boyamak, Yapı gibi..
    ‘Eskici’ adlı öyküden bir paragraf var aşağıda, anlam ve anlatımıyla beni etkileyen bir öyküden...
    “Beklemek, değişmesi mutlaka gerekli bir durumda beklemek, bir çözüm olamaz ki. Aslında hep değişen şeyleri görememenin adı beklemek olabilir. Ama mutlaka değişmesi gereken, bir anda değişmesi gereken bir durum, durmakla, hiçbir şey yapmamakla sağlamlaşır ancak...”

    “...bu biçimsiz, anlamsız kaya parçalarını edinmek, satın almak için harcanan çabaları, sabah işe giderken ve akşam işe dönerken saatlerce beklenen dolmuş kuyruklarını, “evet efendim”leri, ovuşturulan elleri, beyinlere sinen hesapları, pirinç ayaklı bir salon abajuru alabilmek adına yapılan hasislikleri, acıların, açlıkların, ölümlerin yanı başından eşya taksitlerinin yüklediği dalgınlıkla geçip gidivermeleri, değişmesi gereken koltuk yüzleri uğruna söylenen bayağı sözleri, hep daha çok şişen boyun damarlarını, bel ağrılarını, sahte sırıtışların arasından sızan tükürükleri, katılaşan, zalimleşen, tahtalara, madenlere, pirinçlere bakmaktan camlaşan, bir eşya yüzeyi gibi sadece öteki eşyaları yansıtan gözleri düşündü. Gitti bir çarşaf aldı eline, en gerekli, bir tüneli geçebilmek için gerekli şeylerini bu çarşafın altına tıkıştırdı, sığıştırdı, bu çarşafın dışında kalan şeyleri satmalı..”

  • Sinem

    muazzam.

  • Gamze

    Ne kadar özel bir insanmış Sevgi Soysal. Hikayelerinin derinliği bir o kadar güzel.
    "Bulaşa bulaşa sevmek" diyor ya son hikayesinde, ancak bu kadar hoş tasvir edilebildi sevgi..

  • Behçet Necatigil

    Sevgi Soysal’ın hikâye kitabı (1976) • On dört hikâye. Son beş hikâyede olaylar kadın hükümlülerin hayatlarından alınmış­tır. Savaş ve Barış (10)’da esrar içmekten hüküm giymiş Nur’un kaderi, Bir Görüş Günü (11) hikâyesinde kanlar koğuşunda gündelik hayat anlatı­lıyor. Kitaba adını veren hikâye (12)’deki Barış, kadınlar koğuşuna yeni bir kadın polisin yanında getirdiği dört beş yaşlarında bir oğlandır, polisin kendi çocuğudur. Kadın polis, havalandırma saati dolunca hükümlüleri ko­ ğuşa koyup gider. İstenmeyişine, görevinden dolayı kadınlarm kendisine düşmanca bakmalarma üzgündür. Bir Ağaç Gibi (13)’de konu, ameliyattan çıkmış bir kanser hastasımn kanserliler koğuşunda algılarıdır, Zulmet Sevinci (14) hikâyesinde ise sıkıyönetim döneminde kırk kadar kız-kadın siyasi tutuklunun bulunduğu koğuşta bir tutuklunun karar için mahkemeye götürülüşü. Kitabın öbür hikâyelerinden Deli Tank ve Çocuk dikkate değer: Yoksul bir çocuk, bir yılbaşı gecesi, alnı oyuncakçı dükkâmna dayalı, bir oyuncak tanka sahip olma düşleri içindedir. Yapı hikâyesinde on yılda yapılmış bir evin simgesel tarihçesi ustalıkla verilmiştir. Eskici’de ise bir kadın âni bir kararla evindeki, işe yarar sağlam bütün eşyalan eskiciye satar.

  • Nisan

    Eskici🫀

  • Ece

    "Ama bütün küçük ve dar cepheli savaşları küçümsemek, insanı büyük bir cephenin savaşçısı kılmaz."

    Soysal'dan okuduğum ikinci kitap oldu Barış Adlı Çocuk. İtiraf etmem gerek, Yürümek kadar etkileyici değildi, özellikle baştaki öyküleri okurken pek keyif alamadım (çünkü yöresel ağız kullanılmış metinlerden pek hoşlanmam, tamamen kişisel bir mesele yani) ama sona doğru asıl sevdiğim Soysal tarzı betimlemeler ve benzetmeler çıktı ortaya.

    "Hiç bir şey eskisi gibi olamaz. Şimdi de olmadığı gibi. Şimdi, böyle beklemediğim ve doğal olarak da istenmeyeceğim şu anda, hiç bir şey eskisi gibi olmuyor."

  • Gürcan Öztürk

    Uzun zamandır okuduğum en çarpıcı en sert öykü kitabı.Sevgi Soysal okurken Tezer Özlü okumuş gibi olunan bir kitap ama Tezer Özlü'den daha güçlü daha başarılı bir anlatım ve daha derli toplu bir kurguyla. Soysal da hayatından izler katmış öykülerine çekinmeden eleştirmiş Hissettirmiş en önemlisi kendisi vermemiş. Hazırcılık yok hiç birinde hikayelerin tadı acıtan bir gerçeklik var. Mutlaka okunmalı.

  • İlker Şaguj

    Şahsen en sevdiğim kitabı, Türkiye edebiyatında bu ayarda çok nadir görebileceğimiz Yapı ve Ay'ı Boyamak adlı iki öyküye ev sahipliği yapıyor. Kitaplarının arasında pek bahsedilmediğini gördüğümden bu işte bir gariplik olduğunu sezdiğim kitaptır, yalnızca bu iki öykü bile bu kitabı öykücülüğümüzün zirve sularına çıkarmaktadır. Soysal severlerin gözünden kaçmayacağı, kaçıranlarınsa acilen gerekli eylemlerde bulunması gerektiği bir toplamdır kendisi.

  • Barış Yıldız

    İronik öğeleriyle insanı düşündürüyor. Gerçekçi yaklaşımı ve anlatımdaki çarpıcılığı soğuk duş etkisi yapabilir. Hafif acı tatlı bir hüzün de yok değil.

  • Miray

    "Bırak şimdi. Diyorum ki, yine de önemliydi çocuğun adının Barış olması."

  • Duygu Sevimli Çeltik

    Bütün öykülerini çok ama çok sevdim. Sevgi Soysal seni çok seviyorum, çok. Bana insan olduğumu hatırlatıyorsun. Bu duyguya bayılıyorum.

  • selçuk

    "Beklemek, değişmesi mutlaka gereken bir durumda beklemek, bir çözüm olamaz ki."

    "Ama bulasmaya inanırım ben. Bulaşmanın beraberliğine. Sevmek bulaşmaktir."

  • Barış.

    ''Cellat Fuchs, kent halkına nasıl karıştı'', ''Ay'ı boyamak'' ve ''Nasıl öğreteceğim köpeğe Aport'u'' muazzamdı

  • Grigokyuzum

    Bazı hikayeler o kadar güzeldi ki. Kalemi en güçlü kadın yazarlarımızdan